16 Mayıs 2011 Pazartesi

ilginç sayılar

1)
1 x 8 + 1 = 9
12 x 8 + 2 = 98
123 x 8 + 3 = 987
1234 x 8 + 4 = 9876
12345 x 8 + 5 = 98765
123456 x 8 + 6 = 987654
1234567 x 8 + 7 = 9876543
12345678 x 8 + 8 = 98765432
123456789 x 8 + 9 = 987654321 



  2)                                  
3 x 37 = 111
6 x 37 = 222
9 x 37 = 333
12 x 37= 444
15 x 37 = 555
18 x 37 = 666
21 x 37 = 777
24 x 37 = 888
27 x 37 = 999

3)                                                          
                                                                  
(0 x 9) + 8 = 8 
(9 x 9) + 7 = 88
(98 x 9) + 6 = 888
(987 x 9) + 5 = 8888
(9876 x 9) + 4 = 88888
(98765 x 9) + 3 = 888888
(987654 x 9) + 2 = 8888888
(9876543 x 9) + 1 = 88888888
(98765432 x 9) + 0 = 888888888
(987654321 x 9) - 1 = 8888888888

matematikle ilgili ilginç videolar











15 Mayıs 2011 Pazar

ünlü matematikçilerin sözleri

Alfred North Whitehead    * Akıllarımız sınırlı fakat bu sınırlılığın şartları içerisinde sonsuz olasılıklarla çevrilmişiz; işte hayatın gayesi bu sonsuzluktan kavrayabildiğimiz kadar çok şey kavramak.
    * Batı felsefeleri, Platon'un görüşlerine düşülen dipnotlardan ibarettir.
    * Günümüzün geçerli inançlarını yarıp öteye fışkırmayan bir uygarlık, çok sınırlı bir ilerleme döneminden sonra kısırlaşmaya mahkumdur.
    * Hata yapmaktan korkmak, ilerlemenin ölümüdür.
    * Köpek kucağınıza sıçarsa sizi sevdiği içindir, kedi aynı şeyi yaparsa kucağınız sıcak olduğu içindir.
    * Mekanik matematiksel ilimlerin cennetidir, çünkü kişi onunla matematiğin meyvelerine ulaşır.
    * Şu anda benimsemiş olduğumuz inançlara, kuşkuyla bakmamıza neden olabilecek bir düşünce; oturup hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.

Arthur Cayley
    * Başka her şey de olduğu gibi matematiksel bir teori için de öyledir; güzellik algılanabilir fakat açıklanamaz.

Auguste Comte
    * Pozitivizm niçinlerle uğraşmaz, ama nasılları iyi bilir.
    * İlk iki dönem geride kalmıştır; pozitif bilimin ve düşüncenin hâkim olduğu döneme girdik.
    * Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. Bu asil hareket Ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor.

Bertrand Russell
    * Akıllılar hep kuşku içindeyken aptallar küstahça kendinden emindir.14 Eylül 2010
    * Düşünce özgürlüğü lehindeki temel sav, bütün inançlarımızın kuşku götürür olmasıdır.
    * Kendi refahımızı, herkesin refahının güvence altına alınmasının dışında bir yolla güvence altına alamayız. Kendinizin mutlu olmasını diliyorsanız, başkalarının da mutlu olmasına rıza göstermek zorundasınız
    * Bir kasabın ekmeğe, bir fırıncının da ete ihtiyacı vardır. Bu nedenle kasapla fırıncının birbirini sevmesi için mantıklı bir neden vardır. Her ikisi de birbirine yararlı olur.
    * Dünyayı savaş tehlikesinden koruyacak tek bir yol vardır; dünya çapında yetkiye sahip olacak ve dünyada bütün silahların tekelini elinde bulunduracak bir tek otoritenin kurulması.
    * Bir dünya devletinin ciddi savaşları önlemesi için minimum bir güce sahip olması gerekir. İlk ve en önemlisi, dünya devletinin dünyadaki tüm silah ve silahlı kuvvetlerin tekeline sahip olması gerekir.
    * Dünyayı anlama ve reform isteği ilerlemenin iki büyük motorudur.
    * Tek kitaplı adamdan kork
    * Matematik ne neden söz ettiğimizi, ne de söylediğimiz şeyin doğru olup olmadığını bildiğimiz bir konudur.
    * Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz. 17 Mayıs 2007
    * Bilimde gerçek yalnızca bir an'dır.
    * Ben dine hastalık olarak bakıyorum. İnsan ırkı için adı konmamış bir sefaletin kaynağı.
    * Hem dinlerin zarar verdiğini hem de yalan olduklarından çok eminim.
    * Eğitimin amacının zihinsel özgürlük olduğu bir dünya isterdim. Gençlerin aklını, onları bütün hayatları boyunca nesnel kanıtların oklarından koruyacak olan bir zırhın içine sokmamalı. Dünyanın açık kalplere ve aydın insanlara ihtiyacı var ve bunu statik sistemlerle elde edemeyiz.
    * Ne yazık ki çoğu insan daha önce mutlu olduğunu ancak mutsuzluğa düştüğü zaman anlıyor.
    * Filozof olmak isteyen, saçmalıklardan korkmamalı.
    * Ulaşılacak her bilgiye bilimsel yöntemlerle ulaşmak gerekir; bilimce bulgulanamayacak şeyleri insanlar bilemez.

Cahit Arf
    * Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek değil keşfederek anlamak gerekir.
    * Matematik zaten her zaman vardı. İnsanoğlu onu buldu.
    * Ben matematiğe hayatımı adadım, karşılığında bana hayatımı geri verdi.
    * Çocukluğumda benim için üç şey vardı. Matematik, tarih ve politika. Ama matematik zaten hepsini anlatan şeydi.
    * Osmanlı Devleti fazla büyüktü ve gerideydi, Türkiye daha küçük ve ileride olacak.
    * Bilim ve inanç iki ayrı unsurdur. Birleşirse devrim yapabilirsiniz.
    * İşlerinizi başkalarına yaptırmayın. Çünkü kendi istedikleri gibi yaparlar.
    * Gerçekten evrenin sırrını arıyorsanız, benim yaptığım gibi sayılara gelin. Sonsuzluk her şeyin cevabıdır. Sayı sonsuzdur.
    * Elime Kur'an'ı aldığımda Allah'a, elime kalemi aldığımda kendime inanıyorum. (Kendisine dinsiz olup olmadığı sorulduğunda.)
    * İki kere iki nasıl dörtse, bende o kadar akılcıyımdır.
    * İnsanoğlu bir gün sonsuza dek yaşamayı matematikle bulacaktır.

Christiaan Huygens
    * Dünya vatanım; bilim dinimdir.

Felix Klein
    * Yeterli matematik çalışıncaya ve sayısız olası istisnaları görüp kafası karışıncaya kadar herkes bir eğrinin ne olduğunu bilir.

George Polya
    * Bir teoremin zerafeti onda görebildiğin fikirlerin sayısıyla doğru, o fikirleri görebilmek için harcadığın çabayla ters orantılıdır.
    * Matematik en bariz olanı en az bariz olan yolla kanıtlama işidir.
    * Aptalların sorup akıllı insanların cevap veremediği bir çok soru vardır.

Gian-Carlo Rota
    * Sık sık “ matematik, teoremleri ispatlamaktan ibarettir” sözünü işitiriz. Bir yazarın temel işi cümle yazmak değil midir?

Godfrey Harold Hardy
    * Dünyadaki en masum uğraş matematiktir.

Henri Poincaré
    * Bir matematikçi sanmaz fakat bilir. İnandırmaya çalışmaz çünkü ispat eder. Güveninizi beklemez. Belki dikkat etmenizi ister.
    * Bilim gerçeklerden kuruludur, tıpkı evin tuğlalardan kurulu olması gibi. Ancak gerçeklerin toplanması bilim değildir. Tıpkı bir küme tuğlanın ev anlamına gelmemesi gibi.05 Ocak 2007
      (Science is built up with facts, as a house is with stones. But a collection of facts is no more a science than a heap of stones is a house)
    * Bilim adamı doğayı faydalı olduğu için çalışmaz. Doğayı çalışır, çünkü içinde zevk ve eğlence bulur. Doğada zevk ve eğlence bulunur, çünkü doğa güzeldir. Doğa güzel olmasaydı anlamsız olurdu. Doğa anlamsız olsaydı, hayat yaşanmaya değmezdi.

Isaac Newton
    * Eğer daha ileriyi gördüysem, devlerin omuzlarında durduğum için olmuştur.
    * İnsanlar sayılar gibidir, o insanın değeri ise o sayının içinde bulunduğu sayı ile ölçülür.
    * Plato benim arkadaşım, Aristoteles benim arkadaşım ancak benim en büyük arkadaşım doğruluk.
    * Yıldızların hareketlerini hesaplayabilirim ancak insanların deliliklerini değil.
    * Tanrı her şeyi ölçüyle yaratmıştır. Ağırlık, sayı ve uzunluk.
    * Diğer tüm kanıtları bir yana bırakırsak baş parmak bile benim Tanrı'nın varlığına inanmam için yeterlidir.
    * Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar. 28 Temmuz 2007
    * Sağlam bir tahmin olmadan, hiçbir büyük buluş yapılmamıştır.
    * Ne demek yanlış? Ben mi?
    * Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum ; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.21 Aralık 2007
    * Biz düşüncelerimiz değiliz, biz düşüncelerimizin düşüncesiyiz.
    * Eğer diğer insanlardan benim için bir şeyler yapmalarını bekleseydim hiçbir şey yapamazdım.
    * Ben, benden öncekilerin omuzlarına tırmandığım için onlardan biraz daha ilerisini görebildim.

John von Neumann
    * Matematikte bir şeyleri asla anlamazsın, sadece onlara alışırsın.

Marquis de Condorcet
    * Aklı ve gerçekleri kullanan bir insan mükemmele erişecektir. Doğa insanın akıl gücüne bir sınırlama getirmemiştir.

Max Rosenlicht
    * Sen de biliyorsun ki biz hepimiz aynı sebepten dolayı matematikçi olduk; tembeliz.

Nicolaus Copernicus
    * Matematik matematikçiler için yazılır. (Mathemata mathematicis scribuntur)

Nikolai Ivanovich Lobachevsky
    * Matematiğin hiçbir dalı yoktur ki, ne kadar soyut olursa olsun, bir gün gerçek dünyada uygulama alanı bulmasın.

Paolo Ruffini
    * Öğretmen bir kandile benzer,kendini tüketerek başkalarına ışık verir.

Raoul Bott
    * Matematikte büyük olmanın iki yolu vardır: İlki herkesten zeki olmak, ikincisi de herkesten aptal, fakat sebatlı olmak.

René Descartes
    * Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et.
    * Kesin olan bir şey var. Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek.
      Şüphe etmek düşünmektir.
      Düşünmekse var olmaktır.
      Öyleyse var olduğum şüphesizdir.
      Düşünüyorum, o halde varım.
      İlk bilgim bu sağlam bilgidir.
      Şimdi bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilirim.
    * Tanrı'nın bilgisinin mükemmel olması ve onun aldanmaz ve aldatmaz olması inancı, vahyin temelini oluşturur.
    * Aldatmaz olduğu için de Tanrı'nın bildirdiği doğrudur.
    * Düşünüyorum, o halde varım. (Cogito, ergo sum; je pense, donc je suis.)
    * İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.
    * Bizim çıkış noktamız bireyin subjektivitesidir... Çıkış noktamızdan bakıldığında ‘düşünüyorum öyleyse varım’ gerçeğinden başka bir gerçek olamaz. Herhangi bir gerçekten önce, bir mutlak gerçek olmalıdır. Bu gerçeği kavramak basittir, zira bireyin varlığında mevcuttur.
    * İlk olarak, açık bir şekilde bilmediğim bir şeyi asla doğru olarak kabul etmem. İkinci olarak, doğru çözüme ulaşmak için incelediğim konuyu mümkün olduğu ölçüde küçük parçalara ayırır, ondan sonra analiz ederim. Üçüncü olarak, küçükten başlayarak büyüğe doğru adım adım ilerleyerek düşüncelerimi netleştirmeye çalışırım. Nihayet, son olarak, her durumun sonucunu ortaya koyar ve genel olarak gözden geçiririm.
    * Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için.
    * Tanrı'nın varlığı, bir hakikati ifade eden geometrik teorilerden daha hakikidir.
    * Felsefe sözünden "bilgeliği inceleme" anlaşılır. Bilgelikten de yalnız işlerimizde ölçülülük değil, aynı zamanda hayatımızı sürdürebilme, sağlığımızı koruma ve bütün zanaatların icadı için de insanın bilebildiği bütün şeylerin tam bir bilgisi anlaşılır. Bu bilginin böyle olması için de onun ilk nedenlerden çıkarılmış olması gereklidir. Böylece bu bilgiyi edinme yolunu öğrenmek için (-ki asıl felsefe budur) bu ilk nedenleri, yani ilk ilkeleri aramakla işe başlamak gerekir. Bu ilkelerde de iki koşul bulunmaktadır. Birincisi; bu ilkeler o kadar açık ve apaçık olmalıdır ki insan aklı onları dikkatle incelemeye koyulduğunda doğruluklarından şüphe etmesin. İkincisi; geriye kalan başka bütün nesneler var olmadığı hâlde dahi ilkeler bilinebilmeli, fakat buna karşılık, ilkeler var olmayınca başka şeyler bilinmemelidir. Bundan sonra da ilkelere bağlı olan şeylerin bilgisini öyle ilkelerden çıkarmalıdır ki yapılan dedüksiyonların bütün devamınca apaçık olmayan hiçbir şeye rast gelinmesin. (Felsefenin İlkeleri-MEB Yayınları-Çev.: Mehmet Karasan-s.5-6)
    * Hakikatte ancak ve yalnız Tanrı'dır ki tam olarak bilgedir, yani her şeyin hakikati hakkında tam bilgisi vardır; fakat denilebilir ki insanlar daha önemli hakikatler hakkında az ya da çok bilgi sahibi oldukları ölçüde, az ya da çok bilgelik sahibidirler. Bu noktada bütün bilginlerin hemfikir olamayacağı hiçbir şey bulunmadığını sanıyorum. (Felsefenin İlkeleri-MEB Yayınları-Çev.: Mehmet Karasan-s.5-6)
    * Benim bilgime güvenin bu bilgiler gerçekliği kanıttır kanıtlamak düşünmeyi gerektirir.
    * Şüpheyi, asla işlerimizi sevk ve idarede kullanmamalıyız.
    * Önemli olan akıllı olmak değil, aklı yerinde ve zamanında kullanmaktır.

Siméon Denis Poisson
    * Hayat sadece iki şey için güzeldir. Matematiği keşfetme ve öğretme.

Ömer Hayyam
    * Adalet evrenin ruhudur.
    * Uyan!Uyumak için önümüzde sonsuzluk var.
    * Hayat kısa insanoğlu! Kesildikçe biten otlar gibi yeşermeyeceksin bir daha. 18 Haziran 2007
    * Tanrım niye ekşi ayranı edersin helal de şarabı haram
    * Bir kerpiçim de olsa,satar yine şarap içerim.
    * Buraya dilber, şarap dizersen eğer,

Burayı su, çemenle bezersen eğer,
Fazlasını istersen, cehennemde yan;
Gerçek cennet buradadır, sezersen eğer.

    * Yaşamanın sırlarını bileydin

Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

    * Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:

İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

    * Her gece aklım dalar gider engine.

Ağlarım, inciler dolar eteğime.
Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:
Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!

    * Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:

Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

    * Dünya üç beş bilgisizin elinde;

Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşek eşeği beğenir:
Hayır var sana kötü demelerinde.

    * Cennette huriler varmış, kara gözlü;

İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.

    * Üzülüp durma, sen de yarından yana

Yaşamak böyle günleri fırsat sana
Bin yıl önce göçenlere yoldaş olup
Ederiz, köhne mabede, yarın veda

    * Cennetle, cehennem, var mı gören, gönlüm?

Dönmüş kimi gördün, öteden, gönlüm?
Bel bağladığım, korkuyla umutta
Yok; bir tek işaret, iz bile gönlüm.

    * Gözüm, değilsen eğer kör, mezara ağlayıgör

Bu fitnelerle geçen ömrü bir hesaplayıgör
Ve toprak altını gör, Şah, vezir beraber uyur
Karınca ağzına düşmüş, şu ay yüzlüyü gör

    * Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.

Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.

    * Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;

Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.

    * Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;

Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.

    * Eşi dostu verdik birer birer toprağa;

Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.

    * Dert içinde sevinci bul da yaşa;

Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.

    * Doyacak kadar aşın varsa,

başını sokacak bir damın,
insanoğluna kulluk etmiyorsan,
başkasının sırtında değilse geçimin,
tamam, güneşli günler içindesin.

    * Yaşamanın sırlarını bileydin

Ölümün sırlarını da çözerdin. Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

İbn-i Sina
    * Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir. 21 Haziran 2007 16 Eylül 2010
    * İlim ve sanat ittifak görmediği ülkeyi terk eder.
    * Dünya bir eğlence ve oyun yeri değildir.
    * Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.
    * İnsanın ruhu kandil, bilim onun aydınlığı ve Tanrısal bilgelik de kandilin yağı gibidir. Bu yanar ve ışık saçarsa o zaman sana "diri" denilir.
    * Ben öküzden korkarım çünkü onun silahı var ama aklı yok.

MATEMATİKÇİLER

Kerim Erim (1894 - 1952)

Kerim Erim, İstanbul Yüksek Mühendis Mektebi’ni bitirdikten (1914) sonra Berlin Üniversitesi’nde Albert Einstein’in yanında doktorasını yaptı (1919). Türkiye’ye dönünce, bitirdiği okulda öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Burada Mustafa İnan gibi önemli bilim adamlarının da hocalığını yaptı. Üniversite reformunu hazırlayan kurulda yer aldı. Yeni kurulan İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde analiz profesörü ve dekan olduğu gibi Yüksek Mühendis Mektebi’nde de ders vermeye devam etti. Yüksek Mühendis Mektebi İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülünce buradan ayrıldı ve yalnızca İstanbul Üniversitesi’nde çalışmaya devam etti. Daha sonra burada ordinaryüs profesör oldu. 1948 yılında Fen Fakültesi dekanlığına getirildi.

1940-1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Matematik Enstitüsü’nün başkanlığını yaptı. Türkiye’de yüksek matematik öğretiminin yaygınlaşmasında ve çağdaş matematiğin yerleşmesinde etkin rol oynadı. Mekaniğin matematik esaslara dayandırılmasına da öncülük etti. Matematik ve fizik bilimlerinin felsefe ile olan ilişkileri üzerinde de çalışmalarda bulunan Erim’in Almanca ve Türkçe yapıtları bulunmaktadır.

Kitapları:

    * Nazari Hesap(1931)
    * Mihanik(1934)
    * Diferansiyel ve İntegral Hesap(1945)
    * Über die Traghe-its-formen eines modulsystems (Bir modül sisteminin süredurum biçimleri üstüne – 1928)

Nazım Terzioğlu (1912 - 1976)

Nazım Terzioğlu (Kayseri, 1328/1912 – Silivri, 20 Eylül 1976) ilk öğrenimini, doğum yeri olan Kayseri’de yapmış, İstanbul’da başladığı orta öğrenimine İzmir’de devam ederek 1930′da İzmir Lisesi’nden mezun olmuştur. Ord. Prof. Dr. Cahit Arf ve Prof. Dr. Tevfik Oktay Kabakçıoğlu (1910-1971) gibi değerli matematik bilginlerinin de mezun olduğu İzmir Lisesi, o sıralarda Türkiye’nin en iyi matematik öğretmenlerine sahipti. O yıllarda Atatürk’ün isteği ile başarılı gençler yüksek öğrenim için devlet tarafından yurtdışına gönderiliyordu. Terzioğlu da bu amaçla düzenlenen sınavı kazanarak, Milli Eğitim Bakanlığı adına matematik öğrenimini görmek üzere Almanya’ya gitmiştir. Göttingen ve Münih üniversitelerinde yüksek öğrenimini bitirmiş ve doktorasını dönemin ünlü matematikçisi Prof. Dr. Constantin Caratheodory’nin (1873-1950) danışmanlığında yapmıştır. Constantin Caratheodory; Edirne, İstanbul ve İzmir’de yaşamış bir Rum ailesine mensuptu. Kendisiyle aynı adı taşıyan dedesi Constantin Caratheodory (1802-1879), II.Mahmud’un özel hekimi, saray hekimi ve 1827 yılında açılan ilk modern tıp okulumuz Tophâne-i Amire’nin de cerrahi hocasıydı. Onun oğlu, matematikçi Caratheodory’nin babası Stephan Caratheodory (1836-1907) ise hukukçuydu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Brüksel maslahatgüzarıydı.

Almanya’daki öğrenimini bitirdikten sonra yurda dönen Terzioğlu, İÜ Fen Fakültesi Matematik Enstitüsü’nde Riyazi Mihanik ve Yüksek Hendese asistanı olarak göreve başlamıştır (1937). 1942′de doçent olmuş ve ertesi sene naklen, yeni kurulan Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Enstitüsü Profesörlüğüne atanmıştır (1943). Bu fakültede iki yıl çalıştıktan sonra, profesör olarak İÜ’deki görevine dönmüştür (1944). 1950-1952 yıllarında Fen Fakültesi Dekanlığı yapmıştır. Terzioğlu, bu yıllarda ülkemizin büyük eksikliğini duyduğu bazı bilimsel kurumların kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Bunlar, İÜ Jeofizik Enstitüsü, İstanbul Baltalimanı’nda Hidrobiyoloji Enstitüsü ve Uludağ’da Prof. Dr. Adnan Sokullu ve Prof. Dr. Sait Akpınar ile birlikte kurduğu Kozmik Şua En-stitüsü’dür. Fen Fakültesi Dekanlığı’nın ardından aynı fakültede Matematik Enstitüsü Analiz Kürsüsü Başkanlığı’na getirilmiştir (1953).

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÛ)’nin kuruluşunda büyük emeği geçen Terzioğlu, 1965-1967 yıllarında, İU’ndeki görevini korumakla birlikte, önce vekaleten, sonra da asaleten bu üniversitenin kurucu rektörlüğünü yapmıştır. KTÜ’nde, Türkiye’nin ilk Temel Bilimler Fakültesi’ni kurma şerefi O’nundur. 1967′de İÜ Fen Fakültesindeki görevine dönen Terzioğlu, 1969 ve 1971 yıllarında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne seçilmiş ve bu görevini iki dönem sürdürmüştür (28 Ekim 1969 – 28 Ekim 1971 ve 28 Ekim 1971 – 31 Mayıs 1974). Rektörlüğünün ilk yıllarında, Şehzade Camii manzumesine ait tarihi imaret binasını Vakıflar’dan tahsisen alarak restore ettirmiş ve buraya son sistem bir matbaa yerleştirerek, 6 Ağustos 1971′de Fen Fakültesi Matematik Araştırma Enstitüsü adıyla hizmete sokmuştur. Bu enstitüde yabancı ülkelerden bağış ve satın alma yoluyla sağladığı 2.000 ciltlik bir matematik kütüphanesi de kurmuştur. Ölümünden sonra, Fen Fakültesi’nin teklifi üzerine, “Nazım Terzioğlu Matematik Araştırma Enstitüsü” adını alan enstitü günümüzde de çalışmalarını sürdürmektedir.

Silivri Belediyesi ile yaptığı görüşmeler sonucunda, Silivri’de 35 dönümlük bir arazinin İstanbul Universitesi’ne bağışlanmasını temin eden Terzioğlu, bu arazinin bir bölümünde Fen Fakültesi Matematik Araştırma Enstitüsü’ne bağlı 18 çalışma odası, 3 büyük konferans salonu, kütüphane ile yurtdışından gelecek bilimadamlarını ağırlamak üzere bir de misafirhane yaptırmıştır. Terzioğlu, lisans üstü öğretime çok önem verir ve yetenekli gençlerin özel olarak yetiştirilmesi gerektiğine inanırdı. Bu ortamı sağlamak için, 3 Eylül 1973 tarihinde hizmete giren Silivri tesislerinde; kongre, seminer, kollokyum, yaz kursları, geliştirme kursları düzenleyerek yabancı bilimadamlarını davet etmiş ve bu suretle genç kuşakların yetişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Terzioğlu’nun Silivri tesislerinde düzenlediği bilimsel toplantılar şunlardır:

10-14 Şubat 1973: “I. Yurtiçi Matematikçiler Toplantısı”; 9-14 Temmuz 1973: “Uluslararası Sonlu Grupların Gösteriliş Teorisi Yaz Semineri” ile ilgili hazırlık kursu.; 15-28 Temmuz 1973:  “Uluslararası Sonlu Grupların Gösteriliş Teorisi Yaz Semineri”; 20 Ağustos – 9 Eylül 1973: “Uluslararası Fonksiyonel Analiz Simpozyumu”; 8-21 Eylül 1975: “Uluslararası Cebrik Sayılar Teorisi Simpozyumu” ile ilgili hazırlık kursu.; 22-27 Eylül 1975: “Uluslararası Cebrik Sayılar Teorisi Simpozyumu”;23-26 Nisan 1976: “II. Yurtiçi Matematikçiler Toplantısı”; Ağustos 1976: “Ultrases Kongresi” (Fizikçilerle ortak); 5-11 Eylül 1976: “Uluslararası Fonksiyonel Analiz Kongresi”;  20-25 Eylül 1976: “Uluslararası Rolf Nevanlinna Simpozyumu”.

Terzioğlu’nun hocası olan Finlandiyalı Prof. Dr. Rolf Nevanlinna için düzenlenen bu simpozyumun açılış günü sabahı Terzioğîu bir kalp krizi geçirerek vefat etmiş, buna rağmen programda bazı değişiklikler yapılarak simpozyum tamamlanmıştır. Terzioğlu’nun 22 Eylül’de yapılan cenaze törenine konuk matematikçiler de katılmış ve simpozyum 23 Eylül’de başlamıştır. Terzioğlu bu simpozyumun onur konuğu seçilmiş, Prof. Dr. Rolf Nevanlinna’ya istanbul Üniversitesi tarafından “doctoris honoris causa” unvanı tevcih edilmiştir.

1970′li yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı, ortaöğretimde modem matematik okutulmasını kararlaştırmıştı. Fakat mevcut öğretmenler, modern matematik bilgilerine sahip değildi. Terzioğlu, Silivri tesislerinde Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak kurslar düzenleyerek matematik öğretmenlerinin modem matematiği öğrenmesini sağlamış ve bu sayede okullarda öğretime geçilebilmiştir.

Silivri’deki arazinin arta kalan bölümünde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne bağlı “Silivri Toplum Sağlığı Enstitüsü” kurulmuştur. Günümüzde bu tesisler, “İstanbul Üniversitesi Toplum Hekimliği Uygulama ve Araştırma Merkezi” adını taşımaktadır. Burada, ayrıca Sağlık Bakanlığı ile ortak faaliyet gösteren “Silivri, Çatalca, Büyükçekmece

Sağlık Grup Başkanlığı Ünitesi” de yer almaktadır. Buraya bağlı sağlık ocaklarında, tıp öğrencileri kırsal hekimlik stajı yapmakta ve yöre halkına da sağlık hizmeti götürülmektedir. Matematik Araştırma Enstitüsü’nün Silivri’deki binalarında bugün İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü’ne bağlı, “Prof. Dr. Nazım Terzioğlu Üniversite Sonrası Araştırma ve Uygulama Merkezi”, kısa adıyla “UNİSAM” faaliyetini sürdürmektedir. Burada yılda 4 kez yöneticilik ve işletme idaresi programı uygulanmakta ve firmaların orta kademe yöneticilerine hitab eden kısa süreli uzmanlık seminerleri yapılmaktadır. Ayrıca Sorbonne Üniversitesi Matematik Bölümü ve New York’taki New School, 2 senede bir, 3-4 hafta süren uluslararası matematik seminerleri düzenlemektedir.

Nazım Terzioğlu’nun rektörlüğü dönemindeki hizmetlerinden biri de Enez’de Dragonya adı verilen yörede, İstanbul Üniversitesi için, 100 dönümlük bir arazi temin etmesi olmuştur. Burada su ve güneşin insan sağlığı üzerindeki etkilerini incelemek üzere, İstanbul Üniversitesi Mediko-Sosyal Hidro-Helyo Terapi Araştırma Merkezi’nin kurulmasına önayak olmuş ve bugün kullanılmakta olan, İstanbul Üniversitesi Enez Sosyal Tesisleri’nin büyük bir kısmının yapımını gerçekleştirmiştir.

1924′de Atatürk’ün emriyle kurulan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, eski Medresetü’l-Kuzât binasına yerleştirilmişti. Buraya Yıldız Sarayı’ndan, çok değerli elyazma ve basma eserler, fotoğraf albümleri ile belgeler getirilmişti. Zamanla biriken yeni yayınlar da eklenince bu bina kitapları taşıyamaz bir duruma gelmiş ve çökme tehlikesi başgöstermişti. Bunun üzerine yeni bir kütüphane binası yapmak için teşebbüse geçilmiş ve 1961-1962 yıllarında, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nin arsası temin edilmişti. İstanbul Belediyesi ile çıkan bir uyuşmazlık nedeniyle inşaatına bir türlü başlanamamıştı. Terzioğlu’nun bürokratik engelleri aşması sonucunda, 14 Ekim 1970′te temeli atılan İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’ne, yeni kitap ve dergiler taşınmış, elyazma eserler ile belgeler ise müze haline getirilen eski binada bırakılmıştır.

İstanbul Üniversitesi’nin Avcılar Kampüsü’nün inşaatı da Terzioğlu’nun rektörlüğü sırasında başlamıştır. 25.8.1972′de zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından temeli atılan kampüste, bugün, kuruluşunda Terzioğlu’nun büyük emeği bulunan Veteriner Fakültesi ile İşletme ve Mühendislik Fakülteleri, Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu öğretimlerini sürdürmektedir.

Matematik biliminin yurdumuzda gelişmesi yolunda büyük çabalar sarf eden Terzioğlu, matematiği, hevesli ve yetenekli öğrenci kitlelerine yaymak gerektiğini düşünüyordu. Bu amaçla ilk kez, Türkiye çapında, lise öğrencilerine yönelik bir matematik yarışması organize etmiştir (1961). Kurucu üyelerinden olduğu ve 20 yıl başkanlığını yaptığı (1956-1976) Türk Sırfî ve Tatbikî Matematik Derneği’nde, meslekdaşları ile birlikte lise öğrencileri için, 1963-1969 yılları arasında, 34 matematik kitabının yayınlanmasını sağlamıştır. Daha sonra, Türk Matematik Derneği adını alan bu kuruluş Terzioğlu’nun gayretleriyle, matematiğin gençlere sevdirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Terzioğlu ayrıca, 1972 yılında Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nde, bir Nümerik ve Hesap Makineleri Kürsüsü kurmuştur. Başkanlığını yürüttüğü bu kürsü vefatından sonra lağvedilmiştir.

Nazım Terzioğlu, 1 Mart 1942 tarihinde Zeynep Hanım Konağı ile birlikte yanmış olan İstanbul Darülfünunu Fen Şubesi Matematik Kütüphanesi’ni .kurmak için büyük çabalar harcamış, NATO ve çeşitli ülkelerden sağladığı bağışlarla Fen Fakültesi Matematik Kütüphanesi’ni zenginleştirmiştir.

Matematik kültürümüze ve bilim tarihine yaptığı katkılardan biri de direktörlüğünü yaptığı Matematik Araştırmaları Enstitüsü’nde bir program dahilinde matematiğe ait İslâm literatürünü taratmak ve antik matematikte kalan koniklere ait bilgileri değerlendirerek bilim dünyasına sunmak olmuştur. Bu çalışmalar sonunda, Arapça iki eski matematik metninin tıpkıbasımını yayınlamıştır. İlki, Pergeli Apollonios’un (MÖ 262-190) koniklere dair, Conica adlı eserinin, Benî Mûsâ b. Şâkir (ö.873) tarafından Mecmuâtü’r-risâil adı ile yapılan Arapça çevirisinin önsözüdür. Das Vorwort des Astronomen Banî Mûsâ b. Şâkir adı ile basılan bu önsöz, Pergeli Apollonios’un Conica adlı eserinin İslam dünyasına geçişini canlı bir şekilde anlatmaktadır. Bundan sonra, Îbnü’l-Heysem’in (965-1039) Apollonios’un Conica adlı eserinin konikler hakkındaki kayıp 8. kitabının başka kaynaklardan yararlanarak yeniden yazmış olduğu nüshasının tıpkıbasımını yayınlamıştır. Das Achte Buch zu den Conica des Apollonios von Perge adını taşıyan bu kitabın giriş bölümünde özetle şu bilgiler verilmektedir:

“Antik matematikte koniklere karşı ilgi Menaichmos (MÖ IV. yy) ile başlar ve Pergeli Apollonios ile zirveye ulaşır. Apollonios kendinden önceki bilgileri işlemek ve kendi buluşlarını da katmak sureti ile Conica adlı ünlü eserini yazmıştır. Sekiz kitaptan oluşan bu eserin ilk 7 kitabı bilinmekte olup 8. kitabı kayıptır. Bu alanda çalışan İslâm ve Batı matematikçileri 8. kitabın yeniden inşasına (rekonstruksiyon) çalışmışlardır. Bunların en başarılısı Edmund Halley’in (1656-1742) Apollonii Per-gaei conicorum (Oxoniae, 1710) adlı eseridir. îbn el-Heysem’in yeniden inşa ettiği, Conica’yı tamamlayan 8. kitabı, Manisa Kütüphanesi No. 1796′da kayıtlı olan Mecmu’âtü’r-risâil’de 4. makale olarak yer alan Makâlâtü’l-Hasan b.el-Hasan b.el Heysem fî el-kitâbü’l-mahrûtât adını taşımaktadır. îbn el-Heysem’in bu çalışmayı Hallcy’den yaklaşık olarak 700 sene önce yapmış olması ilginçtir.”

Terzioğlu, bu program çerçevesinde, İbnü’l-Heysem’in 415 / 1024 tarihinde kendinden önce yapılmış çevirileri de inceleyerek Arapça’ya çevirdiği, Conica’nm ilk 7 kitabını yayına hazırlıyordu. Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, No.2762′de bulunan yazmanın tıpkıbasımı bittiği sırada Terzioğlu vefat etmişti. Kitabın başına koymak istediği koniklerin tarihine dair bölüm yarım kaldığı için baskıdan çıkarılmış ve basımı Kitâb al-Mahrûtât Das Buch der Kegelschnitte des Apollonios von Perge adıyla Matematik Araştırma Enstitüsü tarafından tamamlanmıştır. Yazmanın tavsifi ve mukaddimesinin mealen çevirisinin verildiği Türkçe ve Almanca bir bölüm ihtiva etmektedir.

Terzioğlu’nun Türk bilim tarihine yaptığı en önemli hizmetlerden biri de Türk Matematik Derneği Başkanı olduğu yıllarda Salih Zeki Bey’in (1863-1921) Asâr-ı Bakiye (C. I-II, İstanbul, 1329/1913) adlı eserinin basılı ilk iki cildi ile elyazması 3. cildini (Yazma nüshaları için bkz. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY. 903, 904, 905) Latin harflerine çevirterek genç kuşakların istifadesine sunmayı düşünmüş olmasıdır. Fen Fakültesi’nde dekanlık yapmış olan Prof. Dr. Hüsnü Hamit Sayman tarafından çevrilen ve matematik tarihimize ışık tutacak olan Asâr-ı Bâkiye’nin yayın hakkı Türk Matematik Derneği’ne aittir. Hâlâ basılmamış olması bilim tarihimiz açısından büyük bir kayıptır.

II. Dünya Savaşı öncesi kurulmuş olan Balkan Matematikçiler Uni-onu’nun (Union Balkanique des Mathematiciens) canlanmasında önemli payı olan Terzioğlu, iki dönem bu kuruluşun başkanlığını yapmıştır (1966-1971). Ayrıca bu birliğin, 29 Ağustos 1972 tarihinde İstanbul’da düzenlediği, IV. Balkan Matematikçileri Kongresi’nin de başkanlığına getirilmiştir. Diğer uluslararası faaliyetleri arasında Türkiye’yi uluslararası Matematik Birliği’ne (International Mathematical Union) üye yapması da unutulamayacak bir hizmettir.

Nazım Terzioğlu, öğrenci olaylarının yoğunlaştığı 1970 yılında, Hamdullah Suphi Tanriöver’in varislerinden, Horhor’daki Abdüllatif Suphi Paşa Konağı’nın satın alınmasını gerçekleştirmiştir. Rektörlük, rektörlüğe bağlı kuruluşlar ve büroların taşındığı konak, 1983 yılında, İstanbul Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı’na tahsis edilmiştir. Terzioğlu’nun ölümünün 10. yılında, 19 Aralık 1986 tarihinde yapılan bir törenle, bu binanın bir salonuna, “Prof. Dr. Nazım Terzioğlu Kütüphanesi” adı verilmiştir. Bu satırların yazarı bu odada oturmaktan kıvanç duymaktadır.

1973 yılında Hahnemann Medical Society of America üyeliğine seçilen Terzioğlu, 1974′te Türk-alman ilişkilerinin gelişmesindeki gayret ve çalışmaları nedeniyle Alman Cumhurbaşkanı tarafından Federal Alman Cumhuriyeti’nin Liyakat Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca, Prag Üniversitesi ile Finlandiya- Jyvackylan Üniversitesi’nce verilmiş iki madalyası vardır.

Prof. Dr. Nazım Terzioğlu’nun anısına düzenlenen, III. Yurtiçi Matematikçiler Toplantısı’nda, 26 Mayıs 1977 günü yapılan bir törenle, Silivri’deki tesislerin bahçesine bir büstü dikilmiştir.

Nazım Terzioğlu, yurdumuzda matematiğin gelişmesine yaptığı katkılar nedeniyle, 2 Aralık 1982 tarihinde TÜBİTAK Hizmet Ödülü’ne layık görülmüştür.

Ailesi, hayatı boyunca Türkiye’de matematiğin gelişmesi, araştırma ortam ve potansiyelinin yaratılması için çaba göstermiş olan Terzioğlu’nun adına bir Matematik Araştırma Ödülü ihdas etmiştir. Bu ödül ilk kez ölümünün 5. yılında, 20 Eylül 1981 tarihinde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde düzenlenen bir törenle üç genç matematikçiye verilmiştir. 1982 yılı ödülü ise, Terzioğlu’nun kurucu rektör olarak görev yaptığı Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde, 14-24 Eylül 1982 tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Matematik Simpozyumu’nun açılış töreninde genç bir matematikçiye verilmiştir.

Kendi alanında yayınlanmış pek çok makalesi bulunan Terzioğlu’nun kitapları şunlardır:

Über Finslersche Raeume (Münih 1936). Doktora Tezi.
Fonksiyonlar Teorisine Başlangıç. Fonksiyonlar Teorisi. 2 Cilt. (Konrad Knopp’dan çeviri, İstanbul 1938-1939).
Finsler Uzayında Gauss-Bonnet Teoremi. İstanbul 1948.
Lise Fen Kolu İçin Modern Geometri: Konikler (Ahmet Nazmi İlker ile, İstanbul 1960).
Liseler İçin Cebir Temrinleri (P. Aubert ve G. Papelier’den çeviri, İstanbul 1960).
Diferansiyel ve integral Hesap (Edmund Landau’dan çeviri, İstanbul 1961).
Lise Fen Kolu İçin Modern Geometri. Fasikül I-Kesenler; Fasikül II-Harmonik Bölme, Harmonik Demet, Daireye Göre Kuvvet vs.; Fasikül III-Daireye Göre Kutup ve Kutup Doğrusu (G. Papelier’den çeviri, İstanbul 1968). -Analiz Problemleri (İstanbul 1973).
Das Vorwort des Astronomen Banî Musa b. Şâkir zu den Conica des Apollonios von Perge (İstanbul 1974).
Das achte Buch zu den Conica des Apollonios von Perge re-konstruiert von Ibn al-Haysam (İstanbul 1974).
Kitâb al-Mahrûtât Das Buch der Kegelschnitte des Apollonios von Perge (İstanbul 1981).

Çalışma arkadaşı Prof. Dr. Suzan Kahramaner’in şu sözleri Terzioğlu’nun kişiliğini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir:
“Prof. Nazım Terzioğlu yetenekli ve ileri görüşlü yöneticiliği yanında her şeyden önce bir bilim adamı ve esaslı bir hoca niteliklerini taşıyordu. Herkese ve özellikle öğrencilerine karşı insancıl ve içtenlikli davranışları gençler üzerinde öyle derin bir güven etkisi yaratmıştı ki, aralarında hocaya ‘Baba Nazım’ adını takmışlardı. 1937′den 1976′ya kadar süren 40 yıllık öğretim üyeliği sırasında gerek verdiği dersler, gerek çeviri ve kitaplarıyla öğrencilere yol göstermiş, birçok öğretim üye ve yardımcısına, dış ülkelerde doktora ve bilimsel araştırma olanağı sağlamış, onlara maddi ve manevi destek olmuştur. Bilim adamı yetiştirmek için her uygun durumdan faydalanmıştır. Yeteneklerini ortaya çıkardığı matematikçiler arasında; İTÜ’den Prof. Dr. Selma Soysal ve ODTÜ’den, bugün TÜBİTAK Başkan Vekili olan oğlu Prof. Dr. Tosun Terzioğlu’nu sayabiliriz.

“Prof. Dr. Nazım Terzioğlu’nun alçakgönüllü görünümü altında uzak görüşlü kişiliği, kurullarda ve uluslararası toplantılarda saygınlığını arttırdı. 60′lı yılların sonlarında Balkan Matematikçiler Birliği (UBM) yeniden canlandırıldığında, ülkemiz de birliğin üyesi olarak değişik Balkan ülkelerindeki toplantılara katılıyordu. Tüzük yapımı ve yönetim için her ülkeden üç delegenin katıldığı bu toplantılar çok tartışmalı geçiyor ve genellikle bir çözüme varılamıyordu. Anlaşmanın olanaksız gözüktüğü bir toplantının son anında Terzioğlu bazı öğütlerde bulundu ve gelecek kongrenin İstanbul’da yapılmasını önerdi. Oturumun havası yumuşadı ve birçok kararlar oybirliği ile onaylandı. Birliğin Genel Sekreteri; ‘Başımıza bir Osmanlı geldiğine göre bundan sonra sorunlar kolaylıkla çözülür’ demişti.”

Hüseyin Tevfik Paşa (1832 - 1901)

Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa (1832-1901) bir Osmanlı generali ve bilim adamıdır. İstanbul'da 1892 yılında İngilizce olarak yazdığı özgün bir eser olan "Linear Algebra" (Lineer Cebir) adlı eseri dünya çapında çağın en önemli Matematik  kitaplarından biridir.Yaşamı:
Hüseyin Tevfik Paşa 1832 yılında günümüzde Bulgaristan  sınırları içinde olan, o zamanlar Osmanlı Devleti'ne bağlı Vidin kentinde doğdu. Babası Hasan Tahsin Efendi'ydi. Ailesi İmamzadeler olarak tanınırdı[1]. İlköğrenimini Vidin'de tamamladıktan sonra 14-15 yaşlarında İstanbul'a gitti ve Maçka'da bulunan Mekteb-i İdadi-i Askeriye'de okudu. Daha sonra Harbiye Mektebi'ni bitirdi ve Erkan-ı Harbiye'ye kabul edildi.

Harbiye Mektebi'nde matematik derslerindeki yeteneğiyle Cambridge Üniversitesi'nden mezun olmuş olan matematik hocası Tahir Paşa'nın dikkatini çekmiş ve Tahir Paşa kendisine özel dersler vermiştir. Mezun olduktan sonra kendisi de Harbiye'de cebir cebir dersleri vermeye başladı, Tahir Paşa ölünce onun matematik dersleri de Hüseyin Tevfik Paşa'ya kaldı. Harbiye'deki hocalığı devam ederken, Tophâne Tecrübe ve Muayene Komisyonu'na da getirildi. 1868'de Paris'teki Mekteb-î Osmanî'ye müdür muavini olarak gönderildi ve aynı zamanda balistik ve tüfek imalatı üzerine incelemelerde bulunmakla görevlendirildi. Bu arada matematik bilgisini geliştirmek için Paris'te üniversiteye devam etti ve Paris'te kaldığı iki yıl boyunca makaleler yayımladı ve bilimsel toplantılara katıldı.

Hüseyin Tevfik Paşa, 1872'de Osmanlı Devleti'nin Amerikan silah fabrikalarına ısmarladığı tüfeklerin imalatını ve şartnâmeye uyulup uyulmadığını kontrol etme göreviyle ABD'ye gönderildi. 1878 yılına kadar ABD'nin Rhode Island eyaletinde kaldı ve bu süre içinde matematikle uğraştı; Lineer Cebir adlı İngilizce kitabını bu sırada yazmış ve Argand'ın kompleks sayılarla ilgili teorisinde ileri sürdüğü çarpımı üç boyutlu uzaya uygulamanın bir yolunu bulmuştur.

1878 yılında II. Abdülhamit tarafından Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn'un başına Mühendishane Nazırı olarak atandı. Bu görevde kısa bir süre kaldı. 1883-1886 yılları arasında Osmanlı Devleti'nin Washington Büyükelçiliği görevini sürdürdü. 1889 yılında Ticaret ve Nafia Nazırı görevine atandı. Ölümüne kadar padişah II. Albdülhamit'in yaveri olarak görev yaptı. 16 Haziran 1901 tarihinde vefat etti. Mezarı Eyüp semtinde bulunmaktadır.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Yusuf Ziya Paşa ile birlikte 1865 yılında kurduğu Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye sonradan Darüşşafaka Lisesi'ne dönüşmüştür.

Eserleri:
Hüseyin Tevfik Paşa'nın eserleri şunlardır:

   1. - Zeyl-i usul-i Cebir
   2. - Cebr-i Âlâ
   3. - Fenn-i Makina
   4. - Mebahis-i İlmiye Mecuasmda yazdığı makaleler (Hesab-ı Müsenna = Dual Aritmetique)
   5. - Tahir Paşa'nın Usul-i Cebir adlı eserine yazdığı ek
   6. - Usul-i llm-i Hesap
   7. - Astronomi
   8. - Mahsusat ve Gayrı Mahsusat
   9. - Linear Algebra

Lineer Cebir eserinin önsözünde Hüseyin Tevfik Paşa söyle yazmıştır: "Bu kitapta incelenen lineer cebir, dünyanın Sir William Hamilton'a borçlu olduğu quaterniyonlara çok benzer. Lineer cebir, quaterniyonların bütün potansiyellerine sahiptir ve güçlüğü daha azdır. Quaterniyonlar üniversitelerde öğretilmektedir ve kabul görmüş bir bilgidir. Lineer cebirin de aynı kabulü görüp görmeyeceğini, hattâ quaterniyonların yerini alıp almayacağını şimdiden bilmiyorum". Kendi sisteminin üstünlüğünü ise şöyle ifade etmiştir: "Quaterniyonların çarpımı, isim olarak bile düzlem geometride ele alındığında, bizi üç boyutlu uzayda çalışmaya zorlamaktadır; halbuki lineer cebirde yalnızca iki boyut ele alındığı zaman bir üçüncü boyutu düşünme durumunda değiliz".

Hüseyin Tevfik Paşa'nın bu eseri tercüme değildir ve konuya özgün katkı yapması açısından çok önemlidir.

Tevfik Paşa'nın başka pek çok görevleri olmuş, Fransa ve ABD'de kaldığı sıralarda Fransızca ve İngilizce'yi, bu dillerde kitap yazabilecek kadar iyi öğrenmiştir. Burada matematik dersleri vermiş, yine bu sıralarda arkadaşlarıyla çıkarttığı Mebâhis-i İlmiyye adlı aylık dergiye makaleler yazmıştır. Bu dergide yayımladığı makaleleri arasında "Mahsûsât ve Gayr-ı Mahsûsât" isimli felsefî bir yazısı, ayrıca türev ve fonksiyonlar üzerine yazıları bulunur.

Hüseyin Tevfik Paşa, daima devlet memuriyetiyle görevli olmasına rağmen, matematik bilimlerle ilgilenmeye zaman ayırabilmiş, zengin bir kütüphane oluşturmuş, çevresindeki Sâlih Zekî gibi yetenekli gençlere, vakit ayırmış, periyodik yayınlarla entellektüel bir ortamın oluşmasına gayret sarf etmiştir.Gelecek nesillere katkıda bulunmuştur.

Bernhard Riemann
Göttingen'de Gauss'un daha sonra Berlin'de Jacobi ve Steiner'in öğrenci-si oldu. Karmaşık değişkenli fonksiyonlar kuramı tezi bu kuramı tümüyle altüst etti. Bir noktada, bu noktaya ulaşan yola göre çok sayıda değer alan diferansiyellene bilir fonksiyonlardan yola çıkarak ve geçiş çizgileriyle bağlı, bindirilmiş düzlemlerden, yapraklardan oluşan bir Riemann yüzeyi üzerinde değişkeni dolaştırarak bu fonksiyonları bir biçimli hale getirdi.

                 Fonksiyonlar kuramıyla yüzeyler kuramı arasındaki bağları inceleyerek topolojinin temellerini attı; Riemann'ın bu bilim dalının yaratıcısı olduğunu söyleyebiliriz.

                1854'te bir fonksiyonun trigonometrik serilerle gösterilmesini konu alan doçentlik tezinde, türevlenmeyen sürekli bir fonksiyon örneği verdi.Aynı incelemesinde Cauchy' nin kuramından daha genel bir integralleme kuramı geliştirdi; bu kuram, süreksizlik bakımından sayısız bir sonsuzluğu olan sınırlı fonksiyonlara uygulanabiliyordu. Oysa Cauchy'nin kuramı, yalnızca parça parça sürekli fonksiyonlar için geçerliydi. Sayılar kuramında zeka fonksiyonunun, asal sayıların aritmetik kuramı için önemini gösterdi. Riemann eğriliği pozitif olan katlı uzaylar üzerinde, koşutsuz, öklidçi olmayan bir geometri geliştirdi.

Riemann hipotezi (Riemann zeta hipotezi olarak da bilinmektedir), matematik alanında ilk kez 1859 yılında Bernhard Riemann tarafından ifade edilmiş fakat günümüze kadar çözülememiş problemlerden biridir.

Bazı pozitif tamsayıların kendilerinden küçük ve 1'den büyük tamsayıların çarpımı (örn. 2, 3, 5, 7, ...) cinsinden yazılamamak gibi bir özelliği vardır. Bu tür sayılara Asal sayılar denir. Asal sayılar, hem matematik hem de uygulama alanlarında çok önemli rol oynar. Asal sayıların tüm doğal sayılar içinde dağılımı bariz bir örüntüyü takip etmemektedir ancak Alman matematikçi Riemann, asal sayıların sıklığının;

s ≠ 1 olmak koşuluyla tüm s karmaşık sayıları için


biçiminde belirtilen ve Riemann Zeta Fonksiyonu olarak bilinen fonksiyonun davranışına çok bağlı olduğunu gözlemledi. Riemann hipotezinin iddiasına göre

        ζ(s) = 0

denkleminin tüm çözümleri karmaşık düzlemde bir doğru üzerinde yer almaktadır. Daha kesin bir söyleyişle, bu denklemin tüm karmaşık sayı çözümlerinin gerçel kısımlarının ½ olduğu tahmin edilmektedir. Bu iddia ilk 1.500.000.000 çözüm için sınanmıştır. Bu iddianın her çözüm için doğru olduğunun ispatlanabilmesi halinde asal sayıların dağılımı ile ilgili çok önemli bilgiler edinmek mümkün olacaktır.

Riemann toplamı
Riemann anlamında integralin  tanımlanmasında kullanılan toplamdır.


Δxi ler fonksiyonun tanım aralığının sonsuz küçük bölüntüleri, pi ise bu bölüntülerden alınan bir sayıdır. n ise bölüntülerin toplam sayısıdır.

Arthur Cayley

İngiliz matematikçi (1821 - 1895).
       8 yaşına kadar Rusya'nın Saint Petrsburg şehrinde yaşadı ve ailesi ile birlikte Londra'ya döndü ve Kraliyet Koleji'ne ve Londra Üniversitesi'ne gitti. Üniversite kariyerine, Cambridge'deki Trinity Koleji'nde başladı. Hukuk üzerine de çalışan Cayley, matematiksel araştırmalara ve basılan 200'ün  üzerindeki makalesine daha çok vakit ayırdı. Üniversitedeki statü değişikliğinden sonra, Cambridge Üniversitesi'nde soyut matematik üzerine profesör oldu. Çalışmalarına James Josef Sylvester ile devam etmiş ve birbirlerinin eksik yönlerini tamamladıkları için çok uyumlu bir ikili olmuşlardır. En ünlü çalışması cebirsel değişmezler üzerine yaptığı çalışmadır. Değişmezler kavramı modern fizik, özellikle rölativite teorisi için çok büyük önem taşır. Cayley'in diğer çalışması, yüksek boyutlu uzaylar üzerinedir. Öklit olmayan uzay geometrisinde, Klein'in buluşları için yollar hazırlamıştır.Profesörlüğü sırasında, bayanların yüksek eğitimde yer alıp, almaması konulu hararetle tartışılmakta idi. Cayley bu konuya sessiz kalmamış ve bayanların eğitimde kesinlikle yer alması gerektiğini savunmuş ve başarılı olmuştu. Cayley ölümüne kadar çalışmalarına devam etmiş ve geçirdiği uzun ve ağrılı hastalık sonucu ölmüştür. Sadece, Temel Eliptik Fonksiyonlar adında bir kitap yazmıştır.

Alan Mathison Turing

Alan Mathison Turing (23 Haziran 1912  – 7 Haziran 1954), İngiliz matematikçi
ve bilgisayar bilimcisi. Bilgisayar biliminin kurucusu sayılır. Geliştirmiş oldugu Turing testi ile makinaların ve bilgisayarların düşünme yetisine sahip olup olamayacakları konusunda bir kriter öne sürmüştür.
II. Dünya Savaşı sırasında Alman şifrelerinin kırılmasında çok önemli bir rol oynadığı için savaş kahramanı sayılmıştır. Ayrıca Manchester Üniversitesi'nde çalıştığı yıllarda, Turing makinası denilen algoritma tanımı ile modern bilgisayarların kavramsal temelini atmıştır.
Adı ayrıca Princeton'da beraber çalıştığı tez hocası Alonzo Church ile geliştirdiği Church-Turing Hipotezi ile de matematik tarihine geçmiştir. Bu tez bir algoritmayla tarif edilebilecek tüm hesaplamaların dört işlem, projeksiyon, eklemleme ve tarama operasyonları ile tarif edilebilecek hesaplamalardan ibaret olduğunu ifade eder. Bir matematiksel teorem olmaktan ziyade matematik felsefesi hakkında çürütülememiş bir hipotezdir.
1952 yılında şantaja maruz kaldığı şikayetiyle polise başvurup eşcinsel olduğunu açıklayan Turing, eşcinsellik suçlamasından yargılanıp 1 sene boyunca kimyasal olarak hadım etme yöntemi olarak kullanılan östrojen iğnesi olmaya mahkum edilmiştir. 1954 yılında potasyum siyanid zehirlenmesinden ölmüştür. Polis araştırmasında Turing'in yediği elma ile siyanur zehiri alarak intihar sonucu olduğuna karar verilmiştir. Buna rağmen Turing'in zehirlenmesinin kendisi tarafından intihar nedeniyle olmadığı ve başkalarının bu şüpheli olümde bir parmağı olduğu iddiası sürdürmüştür.
Adı ayrıca anısına verilen ve bilgisayar biliminin Nobel'i sayılan Turing Ödülü ile de akademik bilişim dünyasının bir parçası olmuştur.
Gelişim biyolojisi alanındaki en önemli matematiksel modellerden biri olan reaksiyon-difüzyon modeli de Turing tarafından formüle edilmiştir.
Çocukluğu ve gençliği
Annesi Sara, Hindistanın Orissa şehrinin Chatrapur kasabasında hamile kalmıştır. Babası Julius Mathison Turing Ingiliz kolonial idaresinde Hindistan Devlet Memuru idi. Julius ve annesi Sara Alan'ı İngitere'de dünyaya getirmek istediler ve böylece Londra'ya gelerek Alan Turing'in 23 Haziran 1912 de doğduğu (şimdi Colonnade Hotel olan) Maide Vale'de bir eve yerleştiler. John adlı bir abisi vardı. Babası Hindistan Devlet Memurluğu işine hala devam etmekteydi ve Turing’in çocukluk yılları boyunca ailesi iki oğlunun kalması için İngiltere Hastings’teki arkadaşlarına bırakarak Guildford, İngiltere ve Hindistan arasında seyahat etti. Turing yaşamının erken dönemlerinde dâhilik işaretleri gösterdi ve bunları sürekli olarak sergileyecektir.
Ailesi onu 6 yaşında iken bir gündüz okulu olan St Michaels’e kaydettirdi. Diğer eğitmenleri ve sonra da okulun başöğretmeni çabucak onun zekâsının farkına varmıştır. 1926’da 14 yaşındayken Dorset’te ünlü çok pahalı bir özel okul olan Sherborne Okuluna girdi. Okul sömesterinin birinci günü İngiltere’deki Genel Greve denk geldi; ancak Turing okuluna o kadar hevesli idi ki trenlerin ülkede işlemediği o günü Southhampton'dan okula 60 milden fazla süren yolu tekbaşına bisikletle gitti ve yarıyolda geceyi bir otelde geçirdi.
Turing’in matematik ve bilim üzerine doğal eğilimi, Sherborne’daki eğitim tanımı daha çok klasik Antik Yunanca ve Latince üzerinde odaklanan, öğretmenlerinin saygısını kazandırmadı. Okul Müdürü ailesine şöyle yazmıştır: 'Umarım iki okul arasında bilgisiz kalmaz. Eğer özel okulda kalacaksa özel okulun özel eğitimini almayı kabul etmeli; eğer sadece bir kendini bilime adamış bir Bilim Adamı olacaksa, vaktini bu özel okulda boşuna harcıyor.'
Buna rağmen Turing sevdiği çalışmalarda göze çarpan yeteneğini göstermeye devam ediyor, derslerinde daha türev ve entegrasyon konularını öğrenmeden bile ileri yüksek matematik konulu problemleri çözümlemeye başlamıştı. 1928’de 16 yaşına geldiğinde Albert Einstein’ın çalışmasıyla karşılaştı; onu kavramakla kalmadı; bunu Einstein’ın Newton hareket savlarını tenkitlerini (bunların açıklamasını yapmayan ders kitabı metinleri kullanmadan) kendi kendine çalışak ortaya çıkardı.
Turing’in okuldak kendinden yaşça biraz daha büyük akademik öğrenci Christopher Morcom’la yakın arkadaşlık ve aşk ilişkisi kurdu. Morcom, çocukken veremli inek sütü içmesi dolayısıyla kaptığı tüberküloz hastalığı nedeniyle, Sherborne’daki son sçmestirinin bitmesinden sadece bir kaç hafta kala öldü. Turing’in dini inancı yıkıldı ve ateist oldu. İnsan beyninin çalışması da dahil, tüm düunya fenomenlerin meteriyalistik olduğu inancını benimsedi.
Üniversite ve hesaplanabilirlilik üzerinde çalışmaları
Turing’in klasik eski Yunanca ve Latince çalışmalara istekli olmaması ve matematik ve bilimi daime tercih etmesi onun Cambridge Trinity Koleji’ne bir burs kazanmasına engel oldu. İkinci tercihi olan Cambridge Kings Kolej’e gitti. 1931’den 1934’e kadar orada diploma öğrenciydi, seçkin bir dereceyle diploma aldı ve merkezsel limit teoremi üzerinde hazırladığı bir tez yazısı dolayısıyla 1935’te Kings Kolej'e akademik üye seçildi.
28 Mayıs 1936’da sunduğu Hesaplanabilir Sayılar: Karar Verme Probleminin bir Uygulaması adlı çok önemli bir makalesinde, Kurt Gödel’in 1931’de evrensel aritmetik-tabanlı biçimsel diliyle hazırladığı hesaplama ve kanıtın sınırları isbat sonuçlarını yeniden formüle ederek, onun yerine şimdi Turing makineleri diye andığımız, daha basit ve formel usullere dayanan isbatı ortaya attı. Eger bir algaritma ile temsil edilmesi mümkün ise düşünülmesi mümkün olan her türlü matematiksel problemin böyle bir çesit makine kullanılarak çözülebileceğini isbat etmiş oldu.
Turing makinaları günümüzün hesaplama teorilerinin ana araştirma ögesidir. Turing makineleri için aksak problemin kararverilemez olduğunu gösterek Karar Verme Probleminin bir sonucu olmadığını ispatlamaya devam etti: genel anlamda, algoritmik olarak sunulan bir Turing makinası her zaman aksasa bile, karar vermek mümkün değildir. Kanıtının, Alonzo Church’ün lambda hesaplama teorisine dayandirdigi Turing sonucuna esit olan kanıtdan daha sonra yayınlanmasina ragmen, Turing’in çalışması çok daha kabul edilebilir ve sezgiseldi. Teorisinin yeni bir tarafi da ‘Evrensel (Turing) Makinası’ kavramı idi ve bu herhangi bir diğer makinanın görevlerini yerine getirecek bir makina fikri iidi. Makale ayrıca tanımlanabilen sayilar kavramını da tanıtıyordu.
Eylül 1936dan Temmuz 1938a kadar Princeton Üniversitesi, İleri Etüdler Enstitüsünde, Alonzo Church yanında hemen hemen devamlı çalışarak geçirdi. Soyut matematik çalışmaları yanında kriptoloji üzerinde de çalışmalar yaptı ve ayrıca dört aşamalı elektro-mekanik ikili çarpma makinasının üç aşamasını tamamlayıp bitirdi. Haziran 1938da tezini verip Princeton’dan Felsefe Doktoru ünvanını kazandı. Bilimsel tezinde bir Turing makinesinin çözemeyeceği problemler araştırmasına imkân vererek, kehanet makineleri ile bağlantılı Turing makineleri ile hesaplama kavramını inceledi.
İngiltere'de Cambridge’e geri dönerek, Ludwig Wittgenstein’in matematik temelleriyle ilgili derslerine katıldı. İkisi aralarında tartışmalar yapıp birbiriyle uyuşamadılar. Turing biçimciliği savunmaktaydı ve Wittgenstein ise matematiğin mevcut olan gerçekleri yeniden keşfetmek yerine onları yeni olarak icat ettiğini iddia etmekteydi. Ayrıca Hükümet Kod ve Şifre Okulunda (GCCS) yarı-zamanlı çalışmaktaydı.
Kriptanaliz

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Turing Bletchley Park’ta Alman şifrelerini kırma girişimlerinde baş katılımcılardan biriydi. Savaştan önce Marian Rejeski, Jerzy Rozycki ve Henryk Zygalski tarafından Polonya Şifre Bürosunda geliştirilen kriptanaliz üzerine eklemeler yapti. Hem Enigma makinasi hem de bu makinaya eklenen (İngilizler tarafından ‘Tunny’ kodadı verilen teletip makinası olan) Lorenz SZ 40/42 makinasının şifrelerinin kırılmasıne bir çok anlayışlı katkıda bulundu. Bir süre de, 8 Numaralı Kulube'de bulunan Alman deniz kuvvetleri şifreli iletişimi okumadan sorumlu bölüme başkanlık yapmıştır.
Turing Eylul 1938 itibariyle Hükümet Kod ve Şifre Okulu adındaki, İngiliz şifre kod kırma organizasyonunda yarı-zamanlı çalışmıştır. Alman Enigma makinesi problemi üzerinde çalışmış ve GCCS’de kıdemli kod kırıcı Dilly Knox’la işbirliği yapmıştır. 4 Eylül 1939’da, Birleşmiş Krallık’ın Almanya’ya karşı savaş ilan etmesinin ertesi günü, Turing askerî hizmet görmek için GCCS’nin savaş zamanı üssü Bletchley Park’a katıldı.
Turing-Welchman "bombe" makinası
Bletchley Park’a katılışından birkaç hafta sonra, Turing Enigma’yı hızlı kırmaya yardımcı olacak elektromekanik bir makine tasarladı; buna makinaya Bombe adı daha önce 1932de Polonya-dizaynlı nakinelerinden geliştirilmiş olan makinaya verilen Bomba adına atıfla verildi. Matematikçi Gordon Welchman’ın önerileriyle eklemelerle, Bombe Enigma, korumalı mesaj trafiğine saldırmada en onemli ve tek tam otomatikleştirilmiş kod kırma makinasi olarak kullanıldı.
Turing’le aynı dönemde Bletchley Park’ta kriptanaliz üzerine çalışan Profesör Jack Good daha sonra : "Turingin en önemli katkısı, bence, kriptanalitik makine Bombe’nin dizaynı kısmıdır. Bunun esasi eğitilmemiş bir kulak için oldukça saçma gelen bir mantık teoremine, hatta herşeyi anlayabileceğimizin muhtemel olduğuna dair çelişkili bir fikre dayanmaktaydı."
Bombe bir Enigma makinası mesajında kullanılacak muhtemel doğru ayarlamaları (örn. çark komutları, çark ayarları...vs) araştırdı ve uygun bir makul bir şifresiz metin parçasıni bulunan test icin kullandı. Çarklar için, üç çarklı genel Enigma makinaları için 1019 olası durum ve 4 çarklı denizaltı Enigma makinaları için 1022 olası durum mevcuttu. Bombe elektriksel olarak tamamlanan, crib’i esas alan bir dizi mantıksal sonuç sergiledi. Bombe bir çelişki belirdiğinde tespit etti ve bir sonrakine taşıyarak düzenlemeleri eledi. Muhtemel düzenlemelerin çoğu çelişkilere sebep oluyor ve detayların araştırılması için bir kaç tane bırakarak kalanı bir kenara atılıyor. Turing’in Bombe’si ilk kez 18 Mart 1940’ta kuruldu. Savaş sonunda operasyonda ikiyüzün üzerinde Bombe vardı.
Kulübe 8 Bölümü ve Alman Deniz Kuvvetleri Enigma makinasi
Aralık 1940’ta Turing, diğer servislerin kullandığı göster geç sistemlerinden daha karmaşık olan, deniz kuvvetleri Enigma göster geç sistemini çözdü. Turing ayrıca Deniz Kuvvetleri Enigmasını kırmaya yardımcı olması için ‘Banburismus’ adı verilen Bayes tipi istatistik tekniği keşfetti. Banburismus Bombe’lerin düzenlemelerini test etmek için gerekli zamanı kısaltarak, Enigma çarklarından çıkan kesin komutları eliyordu.
1941 baharında, Turing Hut-8’deki iş arkadaşı Joan Clarke’a evlilik teklifinde bulundu, ancak yazın her iki tarafın anlaşmasiyla bu nişan bozuldu.
1942 Temmuzunda, Turing, Almanların ‘Fish’ kodadlılardan biri olan yeni Geheimschreiber (gizli yazıcı) makinesinde kullanılan Lorenz şifrecisine karşı kullanılmak üzere Turingismus ya da Turingery adı verilen bir teknik icat etti. Ayrıca, günlük-değişken şifrelere faydalı bir şekilde uygulanan kaba-kuvvet zoru ile kod çözme tekniklerine üstün hız sağlayan, öncelikle basit makinelerin yerine geçen, dünyanın ilk programlanabilen dijital elektronik bilgisayarı Collossus’un oluşturulmasına devam etmiş Max Newman’ın koruması altındaki Tommy Flowers’ın Fish takımıyla da tanıştırılmıştır. Sık rastlanılan yanlış bir kanı ise, Turing’in Colossus’un dizaynında anahtar şahıs olduğuydu ki bu kanıt değildi.
Bletchley’da çalışırken, Turing, ara ara üst-seviye karşılamalarda ona ihtiyaç duyulduğunda Londra’ya 40km koşmuş, başarılı bir uzun-mesafe koşucusudur.
Turing 1942 Kasımında Birleşik Devletler’e(USA) seyahat etti ve A.B.D. Deniz kuvvetleri kriptanalistleriyle Deniz Kuvvetleri Enigması ve Washington’da Bombe yapımı üzerinde çalıştı ve Bell labaratuvarlarında korumalı konuşma cihazlarının geliştirilmesine yardımcı oldu. Mart 1943’te Bletchley Park’a geri döndü. Hugh Alexander,Turing bazen bölümün koşturmacısında günlük ufak işlerini hallederken geçici lider olduğundan, yokluğunda resmi olarak Hut-8’in liderlik pozisyonunu üstlenmişti. Turing ise Bletchley Park’taki kriptanalistlerin genel danışmanı oldu. Savaşın ileriki kısmında, işini, mühendis Donald Bailey’in yardımıyla elektronik bilgisini daha ileri seviyede geliştirdiği Hanslope Park’a taşıdı. Birlikte Delilah kod adlı portatif, korumalı ses iletişimleri makinesinin tasarımı ve yapımına giriştiler. Farklı uygulamalara ayrılmıştı, uzun-mesafe radya yayınlarının kullanımı için eksik kapasite ve her halükarda Delilah savaş sırasında kullanabilmek için çok geç tamamlanmıştı. Turing’in onu memurlar için bir Winston Churchill’in konuşma kaydının şifreleme/deşifreleşmesi için memurlara ispat etmesine rağmen Delilah kullanıma kabul edilmedi
1945’te, Turing savaş zamanındaki hizmetleri için OBE ile ödüllendirildi, ancak çalışması yıllarca bir sır olarak kaldı. Royal Society tarafından ölümünden kısa bir süre sonra basılan bir biyografide şöyle kayıtlara geçmiştir:
Savaştan hemen önce, o kritik zamanda bazı büyük problemler üzerine çalışmalara kendini verseydi sunulabilecek çalışmasının kalitesini gösteren, çeşitli matematiksel konuda üç kayda değer makale yazıldı. Yabancı Bürodaki çalışmasına istinaden OBE ile ödüllendirildi.

İlk bilgisayarlar ve Turing testi
1945’ten 1947’ye kadar ACE(Otomatik Bilgisayar Motoru) tasarımında çalıştığı Ulusal Fizik Laboratuarındaydı. 19 Şubat 1946’da ilk program-hafızalı bilgisayarın detaylı dizaynının makalesini sundu. ACE uygulanabilir bir dizayn olmasına rağmen, Bletchley Park’taki savaş zamanı çalışmalarını saran esrarengizlik proje başlangıcının ertelenmelerine öncülük etti ve onu hayal aleminden çıkardı. 1947’nin sonlarında alti yillik devamli calismadan sonra kendi istedigi bir alanda istedigi gibi calisak uzere Cambridge’e döndü. O Cambridge’teyken yokluğunda Pilot ACE yapıldı. İlk programı 10 Mayıs 1950’de gerçekleştirildi.
1948’de Manchester’da Matematik Departmanına Okutman tayin edildi. 1949’da Manchester Üniversitesi'ndeki bilgisayar laboratuarında vekil yönetici oldu ve ilk gerçek bilgisayarlardan biri için Manchester Mark 1 yazılımı üzerinde çalıştı. Bu süre zarfında daha soyut işler yapmaya devam etti ve ‘Bilgisayar Mekanizması ve Zeka’ da (Mind, Ekim 1950) Turing yapay zekaya işaret etti, ve şu anda Turing testi olarak bilinen, bir makine için ‘zeki’ denilebilme standardını saptama girişimi olan bir deney ileri sürdü. İddiası eğer soru soran kişiyi, diyalog içersinde olduğunun bir insan olduğu konusunda kandırabilirse, bir bilgisayar için düşünmenin söz konusu olabileceğiydi.
1948’te Turing aynı sınıftan mezun olduğu meslektaşı D.G.Champernowne ile çalışırken henüz var olmayan bir bilgisayar için satranç programı yazmaya başladı. 1952’de programı gerçekleştirmeye yetecek kadar bir bilgisayarı güçlendirerek, Turing bilgisayarını taklit ettiği, her bir hamlesi yaklaşık yarım saat alan bir oyun oynadı. Oyun kaydedildi, Champernowne’nın karısına karşı oyunu kazandığı söylense bile, program Turing’in meslektaşı Alick Glennie’ye karşı kaybetmiştir.

 Örnek biçimleme ve matematiksel biyoloji
Turing 1952’den 1954’teki ölümüne kadar matematiksel biyoloji, özellikle morfogenez üzerine çalışmıştır. 1952’de Turing örnek biçimlendirme hipotezini öne sürerek, ‘ Morfogenezin Kimyasal Temeli ‘ adlı bir makale yazmıştır. Bu alandaki ilgi odağı canlıların yapısındaki Fibonacci numaralarının varlığını, Fibonacci filotaksisini anlamaktır. Örnek biçimlendirme alanının şuan merkezi olan reaksiyon-difüzyon denklemini kullanmıştır. Son makaleleri 1992’de A.M.Turing’in Derleme Çalışmaları eserinin basımına kadar yayınlanmamıştır.

 Müstehcen uygunsuzluktan hüküm giymesi
Turing'in evini gösteren plaka
Homoseksüellik İngiltere’de yasadışıydı ve bir akıl hastalığı olarak dikkate alınmakla birlikte ceza-i yaptırımı olan suç sınıfına girmekteydi. Ocak 1952’de Turing’in 19 yaşinda bir genç olan Alan Murray ile bir sinemada tanıştı ve Alan Murray birkaç defa Turing'in evine giderek onunla birlikte kaldı. Birkaç hafta sonra Alan Murray bir tanıdığı ile birlikte Turing'in evini soymaya gitti. Turing bu hırsızlığı polise bildirdi. Polis hırsızları yakaladı ve soruşturma sırasında Alan Murray'in Turing ile homoseksüel ilişkisi olduğu gerçeği ortaya çıktı. Turing de bunun gerçek olduğunu itiraf etti. Turing ve Murray 1885 Ceza Kanunu'na Ek Yasa'nin 11. Kısmı gereğince müstehcen uygunsuzluktan suçlanıp mahkemeye verildiler. Turing pişman değildi ve elli yıl önce Oscar Wilde’a olduğu gibi aynı suçtan mahkûm edildi.
Turing’e mahkûmiyet ve durumuna bağlı olarak libidosunu azaltmak için devam eden hormonal tedavisinde göz hapsi arasında bir tercih sunuldu. Hapisten kaçmak için, bir yıl içinde kendini hadım edecek östrojen hormonu iğnelerini kabul etti. Suçlu bulunması dolayısıyla devletin gizli işleri için güvenilirlilik izni kaldırıldı ve o zamanlar çok gizli olan GCHQ’daki kriptografik konular üzerine devam eden danışmanlığı da sona erdirildi. O dönemde İngiltere hükümeti Cambridge Beş adlı çoğu akademik eğitimleri sırasında Oxford-Cambridge'de tahsil yaparken Sovyet Rusya hesabına casusluk yapmayı kabul etmiş ve sonradan İngiliz entelejans kurumunda en yüksek rütbeleri almış olan (Guy Burgesss ve Donald Maclean) bir grup ajanlar sorunu ile uğraşmaktaydı. Casuslar ve Sovyet ajanlarının önemli mevkilerde bulunan homoseksüelleri tuzağa düşürmelerinden endişe edilmekteydi. Turing o kadar yıl sonra bile çok gizli olan Bletchley Park'da çok önemli mevkilerde çalışmıştı ve homoseksüel olma suçundan mahkeme tarafından hüküm giymişti.
8 Haziran 1954’te temizlikçisi onu Manchester'deki evinde ölü buldu. Bir gün evvel, yatağının kenarında bıraktığı yarı-yenmiş siyanür-zehirli elmayı yemek suretiyle siyanür zehirlenmesinden öldüğu açıklandı. Elmanın kendisi nedense hiçbir siyanür zehiri testine tabi tutulmadı. Ölüm sebebinin siyanür zehirlenmesi olması iddiasına rağmen naaşına post-mortem yapılmadı.
Bu şartlarda devletin çok gizli işleri için çok önemli görevlerde bulunan ve şüpheli bir tarzda ölen bir kişi olan Turing'in ölümünun kasıtlı, hatta İngiliz MI5 (gizli istihbarat) servisi tarafından bir suikast, olduğuna ve intihar süsü verildiğine inanılmasına yol açmıştır. Annesi ise oğlunun laboratuar ecza maddelerini dikkatsizce depolanıp kullanılmasına bağlı olarak zehirin yemeğe başladığı elmaya kazara bulaştığını devamlı iddia etmiştir. Bazı kişiler Turingin Pamuk Prenses peri masalı rolü yaparak intihar ettiğine inanırlar. Diğer kişiler Turingin resmi güvenilirlilik izini kaybetmesine rağmen pasaportunun alınmadığına ve bu hukumden sonra (ABD tarafından kabul edilmemekle beraber) birkaç defa akademik nedenlerle Avrupa'ya gitmesine izin verildiğine işaret etmektedirler. Bu ziyaretler sırasında Turinge bir suikast yapılma olasılığının çok yüksek bulunduğu bilinmektedir. Buna rağmen İngiliz resmi makamları bu ziyaretlere ve yüksek suikast olasılığına goz yummalarını kasıtlı bulmaktadırlar. Turing'in biyografisini yazan Andrew Hodges, Turing’in bu şekilde intiharının annesine biraz makul bir inkar etme imkanı verebilmek için olduğunu öne sürmektedir.
Ölüm sonrasında takdirle anılma
1966’dan beri, Bilgisayar Mekanizmaları Birliği tarafından her yıl, bilgisayar camiasına teknik makaleler yazan bir kişiye Turing Ödülü verilmektedir. Bu bilgisayar dünyasının Nobel Ödülü olarak epey bir dikkate alınmaktadır.
Turing'in Londra'da doğum yeri olan (şimdi Colonnade Hotel olan) bina önüne ve Manchester'de yaşayıp öldüğü evinin önüne, İngiltere'deki önemli tarihsel kişilerin orada yaşadığına işaret etmek için binalara konulan, birer mavi plaka konulmuştur.
23 Haziran 2001'de Manchester'de Whitworth Sokağındaki üniversite binaları arasında bulunan Sackville Park'da Turingin bir bronz heykeli için açış töreni yapıldı. Güney İngiltere'de Guildford'da yerleşikli "Surrey Üniversitesi" kampüsünda heykeltraş "John W. Mills" tarafından yapılan bir bronz heykel için 28 Ekim 2004de açılış töreni yapılmıştır. Turing'in çalışmış olduğu Beltchley Park'da ise Gallerden gelen ince kayrak taşlardan heykeltraş Stephen Kettle tarafından yapılmış 1,5 ton ağırlıkta bir diğer Turing heykeli 19 Haziran 2007de törenle açılmıştır.
İngiltere'de ve dünyanın çok dağınık her taraflarında, özellikle üniversitelerde, Turing'in anısını devam ettirmek hedefiyle eşitli etkinlikler yapilmakta ve fakultelerde ve kampuslarda özel salon, bina ve meydanlara Turing adı verilmektedir. Örneğin İstanbul Bilgi Üniversitesinde her yıl 'Turing Günleri' adlı uluslararası katılımlı bilimsel bir sempozyum olarak organize edilegelmektedir. Toplantının amacı 'Hesaplama Teorisinde ve Bilgisayar Bilimlerinde' uluslararası çevrelerdeki yeni eğilimlerin ve gelişmelerin tartışıldığı tanıtıldığı bir zemin yaratmaktır.
10 Eylül 2009 tarihinde, yani Alan Turing'in ölümünden 50 yıl sonra İngiliz başbakanı Gordon Brown ünlü matemetikçiye yapılanların korkunç olduğunu kabul etti.



Ali Kuşçu

Ali Kuşçu asıl adı Ali Bin Muhammed (d. 1403, Semerkant - ö. 16 Aralık 1474, İstanbul), Türk.[1]  gökbilimci, matematikçi  ve dilbilimci. Gökbilimci ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, 15. yüzyıl'da Semerkant'ta doğdu. Babası Muhammed, Timur İmparatorluğu Sultanı ve astronomu Uluğ Bey'in kuşçusu olduğu için, ailesi "Kuşçu" lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı. Daha sonra bilgisini artırmak için Kirman'a gitti. Burada Hall-ü Eşkâl-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risale ile Şerh-i Tecrîd adlı eserini yazdı. Ali Kuşçu, Semerkant ve Kirman'da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey'e yardımcı ve rasathanesine müdür oldu. 1449'da hacca gitmek istedi. Tebriz'de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Osmanlı Devleti ile barış görüşmelerinde yardımını istedi. Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sözcülüğünü yaptıktan sonra II. Mehmed'in davetiyle İstanbul'a geldi. Osmanlı - Akkoyunlu sınırında II. Mehmed'in emriyle büyük bir törenle karşılanan Ali Kuşçu, Ayasofya  medresesine müderris oldu. Ali Kuşçu, 16 Aralık 1474  tarihinde İstanbul'da öldü.
Türk-İslam Dünyası astronomi ve matematik alimleri arasında, ortaya koyduğu eserleriyle haklı bir şöhrete sahip Ali Kuşçu, Osmanlı Türklerinde, astronominin önde gelen bilgini sayılır. "Batı ve Doğu Bilim dünyası onu 15. yüzyılda yetişen müstesna bir alim olarak tanır." Öyle ki; müsteşrik W .Barlhold, Ali Kuşcu'yu "On Beşinci Yüzyıl Batlamyos'u" olarak adlandırmıştır. Babası, Uluğ Bey'in kuşcu başısı (doğancıbaşı) idi. Kuşçu soyadı babasından gelmektedir. Asıl adı Ali Bin Muhammet'tir. Doğum yeri Maveraünnehir bölgesi olduğu ileri sürülmüşse de, adı geçen bölgenin hangi şehrinde ve hangi yılda doğduğu kesinlikle bilinmektedir.

Ancak doğum şehri Semerkant, doğum yılının ise 15. yüzyılın ilk dörtte biri içerisinde olduğu kabul edilmektedir. 16 Aralık 1474 (h. 7 Şaban 879) tarihinde İstanbul'da ölmüş olup, mezarı Eyüp Sultan Türbesi hareminde bulunmaktadır. Ölüm tarihi; torunu meşhur astronom Mirim Çelebi'nin (ölümü, Edirne 1525) Fransça yazdığı bir eserin incelenmesi sonucu anlaşılmıştır. Mezar yerinin 1819 yılına kadar belirli olduğu ve hüsnü muhafazasının yapıldığı; ancak 1819 yılından sonra, Ali Kuşcu'ya ait mezarın yerine, zamanının nüfuzlu bir devlet adamının mezar taşının konmuş olduğu anlaşılmaktadır. Uluğ Bey'in Horasan ve Maveraünnehir hükümdarlığı sırasında, Semerkant'ta ilk ve dini öğrenimini tamamlamıştır. Küçük yaşta iken astronomi ve matematiğe geniş ilgi duymuştur.

Devrinin en büyük bilginlerinden; Uluğ Bey , Bursalı Kadızade Rumi, Gıyaseddün Cemşid ve Mu'in al-Din el-Kaşi'den astronomi ve matematik dersi almıştır. Önce,Uluğ Bey, tarafından 1421 yılında kurulan Semerkant Rasathanesi ilk müdürü, Gıyaseddün Cemşid'in, kısa süre sonra da Rasathanenin ikinci müdürü Kadızade Rumi'nin ölümü üzerine, Uluğ Bey Rasathane-ye müdür olarak Ali Kuşcu'yu görevlendirmiştir. Uluğ Bey Ziyc'inin tamamlanmasında büyük emeği geçmiştir. Nasirüddün Tusi'nin Tecrid-ül Kelam adlı eserine yazdığı şerh, bu konuda da gayret ve başarısının en güzel delilini teşkil etmektedir. Ebu Said Han'a ithaf edilen bu şerh, Ali Kuşcu'nun ilk şöhretinin duyulmasına neden olmuştur. Kaynakların değerlendirilmesi sonucu anlaşılmaktadır ki; Ali Kuşcu yalnız telih eseriyle değil, talim ve irşadıyle devrini aşan bir bilgin olarak tanınmaktadır. Öyle ki; telif eserlerinin dışında, torunu Mirim Çelebi, Hoca Sinan Paşa ve Molla Lütfi (Sarı Lütfi) gibi astronomların da yetişmesine sebep olmuştur. Bu bilginlerle beraber, Ali Kuşcu'yu eski astronominin en büyük bilginlerinden birisi olarak belirtebiliriz.



Rene Descartes (1596 - 1650)

Doğum: 31 Mart 1596, La Haye (şimdi Descartes),Touraine, Fransa
Ölüm: 11 Şubat 1650, Stockholm, İsveç
Descartes, bir Fransız matematikçisi, bilim adamı ve filozofudur. Modern felsefenin babası olarak bilinir.Fransa'nın Touraine bölgesinin La Haye isimli şehrinde doğmuştur. Poitiers üniversitesinde hukuk öğrenimi görmüştür. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre askeri müesseselerde görev almıştır.Daha sonra bir süre Fransa’ nın dışına seyahatlerde bulunmuştur.Ardından 1628 yılında Fransa'ya geri döner.Aynı yıl felsefe ve optik üzerine değişik deneyler yapmıştır.Daha sonra hayatının büyük bölümünü geçireceği Hollanda'ya gider.
       Descartes ilk çalışmasını felsefe üzerine "Denemeler" isimli eseriyle yapmıştır.Bu eser dört bölümden oluşmaktadır; geometri, optik, meteorlar, metod. 1649 yılında Descartes İsveç'e kraliçeyi eğitmek üzere davet edilir.Bir sonraki yıl zatürreen hayata gözlerini yumar.
       Descartes bilimin ve özellikle matematiğin tümevarım metodunu felsefeye uygulamaya çalışmıştır.Meşhur "Cogito, ergo sum", " I think, therefore I am" "düşünüyorum öyleyse varım" sözü ona aittir.Bu noktadan başlayarak her şeyi sorgulamıştır kendi varlığını - Yaratıcı' nın varlığını da ve O'na inanma ihtiyacını ifade etmiştir.
       Descartes bilime ve matematiğe önemli katkılarda bulunmuştur.Optikte yansımanın temel kanununu bulmuştur; geliş açısı gidiş açısına eşittir.Matematiğe olan en büyük katkısı ise analitik geometri üzerine olmuştur.Cebirin geometriye uygulanması üzerine çalışmıştır.Cartesian geometri ifadesini ortaya atmıştır. Eğrileri onları üreten denklemlere göre sınıflandırmıştır.Alfabenin son harflerini bilinmeyen çokluklar için, ilk harflerini de bilinen çokluklar için kullanmıştır.
Rene Descartes (1596-1650)

Galileo Galilei (1564 - 1642)

“Kainat dediğimiz kitap ,yazıldığı dil ve harfler  öğrenilmedikçe anlaşılamaz.O, matematik dilinde yazılmış;harfleri üçgen, daire ve diğer geometrik şekillerdir.Bu dil ve harfler olmaksızın kitabın bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur.”
 Babası profesyonel bir müzisyen olan Galileo İtalya’nın eğik kulesi ile ünlü Pisa kentinde dünyaya geldi.Rönesanssın son döneminde yaşayan Galileo Descartes,Kepler,Shakspeare ve Francis Bacon gibi ünlülerle çağdaştı.İlme katkısı ise matematik, fizik ve astronomi alanlarında olmuştur.Aynı zamanda sanata karşı da bir yatkınlığı vardı;ut ve org çalmanın yanında güzel resim tablolarıyla dikkati çekiyordu.
Galileo öğrenimine bir manastırda başladı. Daha küçük yaşta iken kendine çeşitli oyuncaklar yaparak üstün yeteneklerini göstermiştir.O dönemde Pisa kenti iyi bir öğrenim merkeziydi.Bu durum onun yeteneklerinin gelişmesinde etkin rol oynamıştır.Babasının da yönlendirmesiyle öğrenimine tıp fakültesine başlar.Fakat hekimlikten daha çok ilgisini fizik, matematik çekmektedir.Bu arada dinlediği bir konferans üzerine geometriye büyük bir ilgi duymaya başlar ve önce kapı aralıklarından izlediği matematik derslerinin daha sonra ateşli takipçisi olur.Ne var ki ailesinin geçim sıkıntısı yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kalır, özel derslerle geçimini sağlamaya çalışır.Çok geçmeden bazı buluşları sayesinde adını ilim meclislerinde  duyurur ,bunun üzerine ayrıldığı Üniversite kendisini matematik okutmanı olarak çağırır.
Galileo'nun astronomi bilimine  sayısız katkıları olmuştur.İlk astronomik teleskop Galileo tarafından Venedik'te yapılmıştır(1609).(İlk teleskopu 1600'lerde Lippershey adlı Hollandalı optisyen yaptı.)Sonuç olarak teleskopu gökyüzünü incelemek için kullanan ilk bilim adamıdır. Galileo teleskopuyla gökyüzünü inceleyerek o güne kadar bilinmeyen bazı yıldızları keşfetti.Venüs'ün evrelerini ve Güneş lekelerini ilk gözleyen kişidir.Galileo'nun en büyük başarısı kuşkusuz Jüpiter'in dört uydusunu tespit etmesidir.Bir diğeri de, Ay’ının hep sanıldığı gibi pürüzsüz bir nesne değil , engebeli , dünyaya benzer bir nesne oluşuydu.
Galileo yaptığı araştırmalar sonucunda Kopernik'in ve dostu Kepler'in Dünya'nın evrenin merkezi olmadığı, Dünya'nın kendisinin ve Güneş'in etrafında döndüğü görüşünü destekledi. Fakat Galileo Kepler ve Kopernik'in teorilerini destekleyerek engizisyonun tepkisini çekti.1616 da Engizisyon önüne çağrılan Galileo istenildiği üzere Kopernik sisteminin ne sözlü ne de yazılı olarak savunmayacağını ifade ederek bağışlanmasını diler ve aldığı talimat üzere köşesine çekilerek suskunluk içersine girer.Bu arada “Dünyanın iki büyük sistemi üzerine Diyalog” adlı kitabının yazar.Kitapta bir yandan güneş merkezli sistemin doğruluğu birtakım ince tartışmalarla kanıtlanırken diğer taraftan da resmi görüşle sinsice alay edilir .Kitap beklenenden fazla ilgi görmüştür.Bu ilgi üzerine Engizisyon Galileo’yu tekrar çağırır tekrar tövbe ettirtir.
1637'de kör olunca teleskoptan uzaklaşmak zorunda kalır.Son nefesine kadar bilimsel çalışmalarına devam eder.Galileo bilime yaptığı katkıların yanında koyu taassuba ve cehalete karşı açtığı savaşla da ölümsüzleşmiştir.Kilise işlediği ayıbın ezikliğinden bugün bile tam kurtulmuş değildir.
Otuz yıl önce Bruno’yu yakarak cezalandıran Engizisyon Galileo’ya daha ılıman bir ceza verir ve ev hapsine mahkum eder.Yaşlı bilgin hayatının son döneminde iyice çökmüş bir vaziyette Floransa’da hayata veda eder.
Galileo Galilei (1564-1642)
Salih Zeki Bey (1864 - 1921)

XIX. yüzyılın ikinci yarısında yetişmiş, değerli eserler vererek, 57 yaşında hayata gözlerini kapamış, bir ilim ve fikir adamıdır. Salih Zeki Bey, 1864 yılında İstanbul'da doğmuştur. Ortaöğrenimini Darüşşafaka' da görmüş, yüksek öğrenimini Paris'te elektrik mühendisliği bölümünü bitirmiştir.
Salih Zeki, Darüşşafaka ve Mühendis Mektebi'nde matematik ve fizik dersleri okutmuştur. Daha sonraki çalışmalarının tümünü üniversiteye vermiştir. Bugünkü gerçek üniversitenin kurucusu Salih Zeki'dir. Türkiye'ye, matematik, fizik ve fen derslerini batılı yöntemleriyle ilk getiren odur. Birçok gazete ve dergide çıkan güzel yazılarıyla Türk gençliğini edebiyat kadar matematiğe yönelten ve matematiği sevdiren yine o olmuştur.
Salih Zeki, aydın fenciler silsilesinin en dikkate değer son halkasıdır. İlk ve ortaöğrenimin ihtiyacı olan matematik, geometri, cebir, astronomi, trigonometri ve fizik kitaplarından başka binlerce sahifeyi bulan, yüksek seviyedeki Darülfünun ders kitapları yazmış; felsefi konularda telif-tercüme eserler bırakmış, bilim tarihi ile ilgili incelemeler yayınlamış, bizzat Mizan-ı Tefekkür adlı bir matematik kitabı yazmış, anıt bir eser olarak Kamus-ı Riyaziyat'ı hazırlayarak bunun ilk cildini yayınlamıştır.
 Salih Zeki Bey (1864 - 1921)

Aryabhhata (476 - 550)

Eğer günümüzde bir matematikçiye şiir biçiminde yazılmış bir aritmetik problemi verilip cevabını da şiir biçiminde yazması söylenseydi, bu kişi muhtemelen bunu anlamayacak ve imkânsız olduğunu söyleyecekti. Fakat yüzyıllar önce, Hintli matematikçiler bütün fikirlerini ve keşiflerini şiir biçiminde yazmaktaydılar. Bunun sonucunda bugün kullandığımız sayı sisteminin gelişmesinde büyük katkıda bulundular.
O devirlerde Hindistan’ı Gupta imparatorları yönetmekteydi. Özgürlükçü ve bilime saygılı bir yönetim biçimi vardı.
Bu şair Hint matematikçilerinden biri de Aryabhata’dır. Hindistan’da Ganges nehri kıyısındaki Patna kentinde 476 yılında doğmuştur. Doğum tarihini kendi şiirlerinden birinde, meşhur eseri Aryabhatiya’yı 499 yılında 23 yaşındayken bitirdiğini belirttiği için hesaplayabiliyoruz.
Hayatının çoğunu geçirmiş olduğu Kusumapura, Hindistan’da dönemin en büyük iki bilim merkezinden birisiydi. (diğeri Ujjain).
Aryabhata’nın matematikte yaptığı buluşlar, Hindistan’ın her tarafına ve sonra da İslam dünyasına ulaşmıştır. Harezmi, Aryabhata’nın çalışmalarından etkilenmiş ve onluk sayı sistemini ve sıfırı bilim dünyasına kazandırmıştır.
Aryabhata çocukluğunda hayal ürünü olan Hint efsanelerinden çok etkilenmiştir. Bunlardan onu etkileyip sayılara duyduğu ilgiyi harekete geçirdiği sanılan bir tanesi şudur:
Efsaneye göre bir gün prens Gautama, prens Dandapani’den evlenmek için kızını istemiş. Öyle çok aday varmış ki sonunda bir yarışma düzenlenmiş. Bu yarışmada önce güreş, okçuluk, yüzme ve koşma gibi yarışmalar yapılmış. Prens hepsinde birinci gelmiş. Daha sonra devrin en meşhur matematikçisi yarışmacılara matematik soruları sormuş. Prense sorulan soru
“Kotiden büyük sayılar yüzer yüzer nasıl devam eder?”
biçimindeymiş (Koti = 10000).

Prens bu soru için hazırlıklıymış ve kolayca cevaplamış. Bu da kendisine evliliği getirmiş.
Aryabhata, zamanında matematiğe ilgisi teşvik gören az sayıda Hintliden birisiydi. O, Hindistan’ın Brahmanlar denilen yönetici sınıfına dahildi. Bu sınıfın mensupları yıllarca kendilerini diğer Hintlilerden üstün görmüşlerdi. Aryabhata’nın zamanına kadar sadece Brahmanların matematik eğitimi görmelerine izin veriliyordu. Bu da Hint matematiğinin o devirde çok fazla matematikçi yetiştirememesine sebep olmuştur.
Aryabhata’nın matematik ve astronomi ile ilgili çeşitli eserler yazdığı bilinse de bunlardan sadece biri, Aryabhatiya günümüze ulaşmıştır.
Bu eser astronomi ve matematik ile ilgili 118 paragraf içeren küçük bir eserdir. O zamanki Hint matematiği hakkında bize bilgi vermesi açısından çok önemlidir.
Matematikle ilgili kısımda yer alan 33 paragrafta ispatsız olarak 66 tane kural yer almaktadır. Bu kurallar
  • aritmetik,
  • cebir,
  • düzlem trigonometri ve
  • küresel trigonometri
ile ilgiliydi.

Aryabhatada yukarıda sayılanlara  ek olarak
  • ikinci derece denklemler,
  • sürekli kesirler,
  • geometrik serilerin toplamı ve
  • bazı sinüs değerleri için kısa bir tablo
yer almaktaydı.
Aryabhatada yer alan problemlerden sayı gösterimleriyle ilgili olanını inceleyelim:
         Hint matematikçileri bizim bugün kullandığımız rakamların orjini olan eski Brahmi rakamlarını kullanırlardı. Kullanılan sayı sisteminde Hint alfabesindeki 33 sessiz harfe sayısal değerler verilmekteydi. Bu harfler sırasıyla 1, 2, 3, …, 25, 30, 40, 50, 60, 70, 80, 90, 100 ile gösterilmekteydi. 1000, 10000 gibi daha büyük sayıları ifade etmek için bu sessiz harflerin yanına bir sesli harf koyuluyordu.

Aryabhata’nın zamanına kadar Hindistan’da basamak değeri kavramı bilinmiyordu. Bu yüzden bir rakam, bulunduğu basamağa göre farklı sembollerle gösteriliyordu. Hintliler rakamları da şiirsel olarak ifade edebilmek ve ritmik bir nazım sağlamak için rakamların yerine uygun kelimeler kullanıyorlardı. Örneğin, bir yerine ay yazdılar. Çünkü bir tek ay vardı. İki yerine kanatlar ya da gözler getirildi. Dokuz için gezegenleri, on için parmakları kullandılar.